Bugünü ve yarını aydınlatmak

Aydın bir insan olmak neyi gerektitir? Kimlerin sorumluluğudur aydınlığı taşımak? Bu ve benzeri sorular son yıllarda düşünce dünyamda çok yoğunlaştı ve önem kazandı. Özellikle öğrencilik dönemimin teknoloji ve bilgiyle toplumu ileri taşıma iddiasına sahip olan yerlerde geçmiş olması bu sorularla yüzleşmemi kaçınılmaz hale getirdi.

 

Yukarıdaki sorulara cevap bulmak için aydın sıfatını hak ettiğini düşündüğüm iki işimi hatırlamak ve onların özelliklerini ortaya koymakla başlamak istiyorum. Bu iki isimden birisi Yaşar Kemal. Bana göre Yaşar Kemal bir aydın çünkü yaktığı ışık sadece benim veya senin mahalleni aydınlatmıyor. İkimizin de karanlık caddelerini aydınlatıyor ve seni ve beni birbirimize çarpıştırmadan birbirimizle buluşturabiliyor. Mesela ‘İnce Memed’ destanı Anadolu’nun ücra bir köşesinde bulunan herhangi bir köyde de okunur ve anlam kazanır. Aynı zamanda medeniyetin göbeği denilen yerde, dünyanın en pahalı şehirinde bir insan için de öğretici olabilir. Öyle ki, köylü okurlara hak, hukuk, adalet, özgürlük ve kardeşlik kavramlarının genişliğini öğretir. Belki de böylece onları kabilecilik düşüncesinden arındırır. Şehirli bir okura ise bahsedilen bu ulvi kavramların Anadolu’nun tonlarıyla nasıl evrenselleşebileceğini gösterir.

 

Benim gözümde bir diğer aydın ise Zülfü Livaneli. O da Yaşar Kemal gibi hem sana, hem de bana hitap eder. Ezberci ve haması zihniyetlerin oluşturduğu sağ ve sol kutupları sarsmak ister ve düşünceye iter. O da aynı Yaşar Kemal gibi seni ve beni çarpıştırmadan aynı yerde, düşüncenin derinliğinde buluşturabiliyor.

 

Bu örneklere baktığım zaman aydın olmak yazar veya filozof olmak gibi duruyor. Iki kutuba hitap eden bir bağ gibi sanki aydınların yazıları ve düşünceleri. Günümüz dünyasında kutupları bir araya getirmek peki kimlerin sorumluluğu olacak? Bu görev sadece filozoflara ve yazarlara mi emanet edilecek? Bu düşünce bana çok gerçekçi gelmiyor. Çünkü şöyle bir gerçek var ki, teknolojinin ve bilginin muazzam bir hızla ilerlemesi ve buraya akan maddi kaynakların büyüklüğü bu yerlerde bulunanan insanları gittikçe toplum üzerinde etki sahibi haline getiriyor. Öyle ki, ‘İnsan bilinci nedir?’, ‘Kişi sadece beyni midir?’, ‘Ruh var mi yok mu?’, ‘İnsanlığın yararına ne iyidir ve ne kötüdür?’ gibi sorular artık gittikçe bilim adamlarının ve teknoloji üreten şirketlerin tekeline düşmektedir.

 

Bu durumda toplumu aydınlatma görevinin yerine getirilmesini sadece sosyal bilimcilerden, filozofladan ve yazarlardan beklemek, maddi kaynakların akışını ve teknolojinin hızı ve karmaşıklığını göz önünde bulundurduğumuzda pek hayalci ve samimiyetsiz duruyor. Bu uğurda samimi hareket edilecekse eğer, bilim insanları tek boyutlu teknik çok boyutlu hale getirmeliler ve bizzat kendileri de felsefe üretmeliler. Bunun için de üniversitelerin güncellenmesi geç kalınmadan ele alınmalıdır. İrfanı sadece filozoflara bırmaktansa, bu tabiri bilim insanlarına öğretip onlara yeni bir ülkü kazandırmalıdır üniversiteler. Aksi halde aydınlık da aydınlarin bedenleri gibi mezarlara gömülüp gider.

 

Göktuğ Alkan

Kommentare: 0