Ne ilginçtir ki, her konuda bu kadar çok bilgiye erişebildiğimiz bir çağ’da insanlar yaşanan toplumsal ve siyasi olaylar hakkında veya kendilerinden farklı olan kişiler hakkında kesin ve mutlak yargılara sahip olabiliyorlar. Ve ne ilginçtir ki, çoğulcu ve kozmopolit olma iddiasına sahip olan şirketler kullandıkları algoritmaları bir insanın kendisi gibi düşünen insanlarla aynı ortamlarda buluşmasını sağlamak için optimize ediyorlar ve insanların yargılayıcı olmasına esasında destek oluyor.
Nasıl mı? Kısa bir örnek; Facebook’da X ideolojsine yakın olan bir insana aynı ideoloji’ye sahip olan insanların bir araya geldikleri gruplar öneriliyor. Bu şekilde insan sahip olduğu yargıları sorgulamaktansa, onları tekrarlayan ve destekleyen insanlardan kuvvetli destek alıyor. Böylece sahip olduğu o yargıları kemikleştiryor. Ve bir müddet sonra bu yargılara mutlakiyet atfediliyor. Ve yavaş yavaş onları sorgulmak ve hakikatını tartışmak imkansızlaşıyor. Ve böylece bir dogma gün yüzüne çıkmış oluyor. Çoğulculuk ve kozmopolitlik idealleriyle yola çıkıp dogmatizime varmak - yaşadığımz dünyanın bir başka trajikomedisi.
Aslında dogma sahibi insan emniyette olma duygusunu tadar. Neden mi? Çünkü dogma, tartışılmayan ve böylece her daim yaslanılabilinecek bir dayanaktır. Hayat da, hele de şu yaşadığımız çağ’da, çok yorucu olabiliyor. Bu durumda kim böyle koşulsuz şartsız geçerli olan hakikatlere sahip olmak istemez ki?
Bu yönden bakıldığında dogmalar faydalı ve olumlu gözükmektedir. Fakat aynı zamanda her biri içinde küçümsenmeyecek yıkıcı etkiler barındırmaktadır. Nitekim bir bilgiye veya öğretiye mutlak hakikat gözüyle bakmak, farklı bir görüşe sahip olan insanı anlamamanın ilk adımı. Onun anlatacaklarına kulak verebilmen ve onu anlayabilmen başlangıçtan itibaren zorlaşıyor ve belki de imkansızlaşıyor. Ve hani söyledim ya, hayat da pek yorucu şu yaşadığımız çağ’da. Şimdi kalkıp bir de senden farklı düşünen bir insanı anlamak için çaba sarfedeceksin, yani daha da çok yorulacaksın. Ve belki de onu dinledikten ve anladıktan sonra, bir bakmışsın ki bütün varsayımların yıkılmış ve sonucunda dayanaksız ortada kalmışsın. Belki de dogmalara sığınan insanların en temel korkusu budur. Ve galiba çoğu zaman insan bu korkusundan kaçıyor.
Yukarıda anlattıklarımı kitlelere yansıttığımız zaman da kutuplaşan toplumlar ortaya çıkıyor. Kutuplaşan toplumlar sözlü ve fiziki şiddet, onur kırıcı davranışların olduğu toplumlara evrilebilen toplumlardır. Bunun hem batı’da, hem de doğu’da çokça örnekleri günümüzde mevcuttur.
Esasında bu çağ’da, bu kadar çok bilgiye erişebildiğimiz bir ortamda şunun bilincine varmalıyız: dünya sandığımız kadar kolay anlaşılmıyor, sandığımızdan çok daha büyük ve kavraması sanıldığından çok daha zor. İnançlar, bilgiler, davranışlar – bu saydıklarım hem çok çeşitli, hem de her çeşit kavraması neredeyse imkansız olan bir sebepler ilişkisine bağlıdır. Bu kavraması zor olan ağların genetik boyutu da var, ekonomik ve çevresel yönü de var. Ve sayamadığım ve belki de henüz bilmediğimiz nice boyutları vardır. Bunu içselleştiren bir insan kolay kolay sahip olduğu bir bilgiye mutlakiyet atfedemez. En fazla kendi bildiklerinin hakikatı için bir olasılık payı biçebilir ve ancak böylece hayatını, inanç dünyasını şekillendirebilir. Ve en önemlisi, farklılıkları da kolay kolay yargılamaz.
Peki dogmasız toplumsal hayatımızın temelini nasıl oluşturabiliriz? Bazen zor soruların cevabı paradokslardan ibarettir. Bu soruya ben de çelişkili bir cevap veriyorum. Toplumsal hayatımızın en temel dayanağı dogmasızlık olmalıdır. Yani sığınmamız gereken en temel dogma, dogmasızlıktır.
Belki hakikat dediğimiz şey, mantığın alt üst olduğu noktadır. Belki hakikat dediğimiz şey, yanlış ve doğrunun, sarı ve kırmızının birleştiği noktadır.
Okudğunuz için teşekkürler. Gelecek yazılarımda buluşmak üzere.
Göktuğ Alkan
Kommentar schreiben